10 Ağustos 2020 Pazartesi

R1200 GS ADV inceleme

 

AfricaTwin’i satma planım vardı ve yerine almak istediğim Honda’nın tur motoru Goldwing 1800’dü. Bunun sebebi artık uzun yol sürüşlerimi eşimle beraber yapmaya başlamam ve daha konforlu bir motor alma amacıydı. Fakat maxi endurodan vaz geçemedim. Motoru ilana koymam ve yeni motorumu almam 24 saatten kısa bir zaman aldı. Şanslıydım.

                Motorumu, Eskişehir Honda Yetkili servisi Özmert Motor’dan, motoru görmeden satın aldım. Özmert motorun güvenilir, temiz motorlar satan bir işletme olduğunu biliyordum. Motoru pandemiden kaynaklı şehirden çıkma yasakları dolayısı ile Ankara’ya evime kadar teslim ettiler. Motoru aldıktan sonra Ankara BMW Borusan’dan ayrılan ve gayet güzel bir işletme kuran Boxer Garaj’a(Ankara’da gönül rahatlığı ile götürülecek özel servis) götürdüm ve kontrollerini yaptırdım. Umduğumdan daha titiz bakılmış, kozmetik ve mekanik olarak yorulmamış 2014 model R1200 GS ADV sahibiydim artık.

                Bu yazımda GS ADV’nin teknik özellikleri vs değil kullanıcı deneyimlerini yazacağım. 

 

                Motorun duruşu deposunun büyüklüğünün de etkisiyle çok heybetli. Üzerine binince istemsizce bir tebessüm ettiriyor :D Aldığım motor 6 yaşında ve bilgisayar tuşlarında, marş düğmesinde vs hiçbir deforme yok. Malzeme kalitesi hakikaten çok iyi.            

                Kullanıcı olabilmek için sadece bir bütçe yeterli değil ayrıca uzun boylu da olmanız lazım. Bakmayın kısa boylu insanların Youtube’de çektiği videolara, kısa boylu biri bu motoru kullanırken özellikle şehir içi dur kalklarda çok zorluk çeker. Ayrıca motorda elektronik süspansiyon mevcut, iki kişiye göre süspansiyon ayarını tanımlarsanız motor bir miktar yükseliyor. Boyum 188, iki ayağımın parmak ucunda basıyorum bu ayarda (Not: selem en yüksek ayarında).

                Motorda orijinal ön cam mevcut ve basit bir şekilde cam yüksekliğini giderken bile ayarlayabiliyorsunuz. Cam en üst pozisyonunda iken benim kaskıma rüzgar geliyor fakat herhangi bir türbülans yaşamıyorum.

                Motorumda gidon uzatma mevcut, bu uzun yol seyrini oldukça konforlu hale getiriyor.

                Motor şaftlı olduğu için zincir bakım derdi yok fakat şaft denilen şey zincir kadar iyi bir aktarma elemanı değil. Bunun sebebi zincirin sert gaz tepkilerinde bir miktar esnemesi ve sürüşünüzü daha yumuşak bir hale getirmesi. Şaft ise daha sert bir sürüş sunuyor (vites geçişleri bile zincirli motorda yumuşaktır). Sonuç olarak şaftın artısı; bakımı neredeyse yok denecek kadar az, zincirin artısı; yumuşak bir sürüşe izin veriyor. Gazcı adam işi değil yani şaft.

                Motor 1200 cc 125hp, fakat gücü bu motor için(bence) yetersiz. Bu arada motor çok torklu, düşük devir yüksek viteste bile çok güçlü tepkiler veriyor. (Not:ivmelenmesi Afrika Twin ile neredeyse aynı)

                Motorun vites oranları harika. İlk sürüşlerim zamanlarımda bir üst vitese geçtiğimde acaba vites mi geçmedi diye ekrana baktığım oldu. Bir sonraki vitese geçince elinizi debriyajdan çektiğiniz anda devir göstergesi 1k rpm bile düşmüyor normal kullanımda. Bu da çok akıcı ve yumuşak bir ivmelenme sağlıyor size.

                Motorun gidonu çok hissiz. Yerde ne var, nasıl bir asfaltta gidiyorsunuz anlamak kolay değil. Bu hissizlik sert sürüşlerde alehinize olan bir durum. Ama normal, abartmadan, salına salına giderken hem güvende hissedip hem de konforu yaşamak… Güzel yahu!:) ya bir daha söyleyeceğim bir enduroya göre çok çok konforlu :D

                Motorun frenleri ise bu zamana kadar kullandığım motorlar içinde en iyisi. Sadece fren performansı değil, BMW süspansiyon sisteminin de etkisi ile bu motorda durmak çok kolay. Motorda kombine fren var ve freni sıkınca motor öne yığılmıyor. (Bknz: telelever, paralever nedir?)

                Motorun manevra kabiliyeti ağırlığına göre iyi. Yere paralel uzanan ve motorun altında konumlandırılmış boxer motor ağırlık merkezini aşağıda tutuyor ve o heybetli motor cayır cayır manevra yapıyor.

                Viraj kabiliyeti… Buna değinmeden önce şunu söylemem lazım. Süspansiyon iyi, frenler başarılı ve kullanımı kolay, gaz tepkisi çok sert bir motor değil. Bakın burası çokomelli! Bu motoru özellikle yeni kullananlar bu saydıklarımdan dolayı kendini 1 günde Rossi oldum zanneder. Zannetme birader düşersin. Evet bu motorun virajı da çok güvenli, sanırsın kendi dönüyor ama değil abicim, yapma kardeşim… Sen yine yavaş gir o viraja. (Not: Düşmedim :) 

                Motorumda GlobeScout’un üçlü çanta seti var. Özellikle yan çantalar çok geniş ve bir miktar rüzgar tutuyor. 180km/h üzeri süratlerde, havada da rüzgar var ise kafa sallama yapıyor motor. Bu tedirgin edici bir kafa sallama değil, hafif gaz kesince ya da toparlanıyor. Çantasız henüz hiç kullanmadım.

               

Gelelim bu motor neden alınır (ya da alınmaz) konusuna. Sınıfında ki emsallerine göre evet pahalı bir motor. Bu maliyetin karşılığını size konfor, güven hissi ve malzeme kalitesi olarak veriyor (veriyor kardeşim emin ol! Honda’dan, Yamaha’dan sonra o farkı anlayacaksın). Sık dağ virajlarında o kocaman cüsse ile pegleri yere sürte sürte dönerken neden bu motoru aldım sorusunun cevabını bulacaksın.


 

1 Nisan 2020 Çarşamba

Artçılı Seyahat Nedir?


Bu yazımın amacı; artçınızın önce motosiklete sonra uzun yolculuğa mental ve fiziksel olarak hazırlanmasında ona nasıl yardımcı olacağınız ile ilgili.

Belirli bir yol tecrübesine sahip ve gerekli eğitimleri almış bir motosiklet binicisi olduğunuzu zaten hepimiz biliyoruz:) Bu eğitim ve tecrübeye sahipsiniz ki başka bir yolcunun canını güvenle taşıyabiliyorsunuz.


  • Bölüm 1: Bu motor çok keyifli yahu! 

Öncelikle benim gibi hiç motosiklete binmemiş bir artçınız varsa biraz reklam yapmanız çok iyi olacaktır. Gittiğiniz ve gitmeyi planladığınız güzel rota planları, yolda başınıza gelen güzel anılar bu aşamada çok işe yarayacak.


  • Bölüm 2: Ekipman alımı ve sonrası
Siz zaten doğru ekipmanı seçtiniz bile. Ekipmanları alırken, bunları kullanmanın konforsuz olacağı fakat yola çıktığı zaman kendini daha güvende hissedeceğini anlatın. Sıcak yaz gününde o mont biraz terletecek bunu bilsin. Güzel manzaralı bir yerde mola verip bir şeyler içtiğinde onun zorluğunu tamamen unutacağını da bilsin:)
Burada önemli ekipmanlardan biri de intercomlarınız. Sürekli iletişim halinde olmanız artçınızı daha güvende hissettirecektir.

  • Bölüm 3: İlk Tur
Uzun yola çıkmadan önce günlük 150 km'yi geçmeyen küçük turlar atın. Bu esnada eğitiminiz de başlasın. Bakın burası çokomelli!!!
  1. Birkaç hafta önceden spor yapmaya teşvik edin onu. Yoksa ilk sürüş akşamı her yerim ağrıyor ne biçim iş lan bu, binmem bir daha derse o aldığınız ekipmanın parası gözünüzde üç katına çıkar.
  2. Motora siz bin deyince sol ayağını pege koyup, omuzunuzdan destek alarak bineceğini bilsin. Aynı şekilde siz in deyince de ineceğini bilsin. Kafasına göre indi bindi yapması, sevdiceğiniz ile yatmanıza neden olabilir. Türkçe esnek dil, kimseye de anlatamazsınız manetin neden kırıldığını.
  3. Kırmızı ışıkta kaskın vizörünü açmak aklına doğal olarak gelmeyecek onun, siz söyleyin bunalmasın garibim.
  4. Kasklarınız birbirine arada çarpacak bu normal, çekingen biriyse olur öyle şeyler diyin teselli edin. Atarlı biriyse kavga çıkarmayın yolda. Yalnız ikinizsiniz, kavgayı ayıracak insan da yok araçta:)
  5. Viraj içinde nereye baktığınızı ona da söyleyin. Sürerken nelere dikkat ettiğinizi de anlatın. Bir süre sonra sürüşünüze ve sisteme alışacağı için arkanızda sürüşünüze uyum sağlayan biri olmaya başladı bile ilk günden.
  6. Motorunuzun limitlerini eve dönüş yolunda oda görsün. Sert fren yapınca sırtınıza yapışmamak için sağ eliyle artçı tutamacından tutacağını, sert gaz açmanızda sol eliyle karnınızdan destek alacağını bilsin.
  7. Siz zaten bütün bunlar olurken yalnızken yaptığınız sürüşten daha yumuşak bir sürüş yaptınız. Ürkütmediniz artçınızı yolda.
  • Bölüm 4: Uzun yola çıkıyorsunuz
  1. Bir gün önceden eşyalarınızın hepsini hazırlayın. Evet, gerçekten bu talebi olacak... Saç fön makinesini yanına almak isteyecek. Ona neden fazla eşya ile seyahat edemeyeceğinizi sabırla anlatın. Yanına, katlanınca hacim kaplamayan eşyalarını almasını tavsiye edin. 
  2. Güzel bir uyku uyuyup erkenden başlayın güne.
  3. İlk uzun yol seyahatinize dağlık bayırlık bir rota koymayın. Motorunuzun gücüne göre sabit seyir süratinde, konforlu seyir edeceğiniz bir rota çizin.(En azından ilk gün için böyle olsun). 
  4. Her 100 km'de bir mola verin. Konforlu seyir süratinize göre bu mesafe bir miktar artıp azalabilir. 
  5. Son moladan sonra herşey keyifli gidiyorsa ve konuşmanızı gerektirecek bir yolda değilseniz intercomuna sevdiği şarkıları açın. Hele karşısında günde batıyor ise tamamen zehirlendi artık, bir sonraki seyahati o planlamaya başlayacak :) 
Rahat rahat yollara çıkmak için sabırsızlandığımız şu günlerde size, ailenize ve sevdiklerinize sağlıklı günler diliyorum.
     
 


1 Aralık 2018 Cumartesi

Honda Africa Twin İzlenimleri - CRF1000L

Kısa hafta sonu gezileri ve birkaç günlüğüne çıkılacak uzun yol seyahatleri için Tracer 900 çok güzel arkadaşlık yapmıştı bana. Fakat sürüş tarzımın biraz daha agresif olmaktan çıkması ve konfor arayışı beni maxi enduro sınıfında motosiklet aramaya itti. Arayışlar sonucu 2018 ilk baharında fiyat/performans oranının yüksek olduğuna kanaat getirdiğim 2016 model manuel ve üzerinde bir çok aksesuarı ile Africa Twin'i İstanbul'da bir Honda bayinden satın aldım.

Motosikletler fabrika üretimi çıplak olarak satılıyor ve bu motorlara aksesuarlar almak ve istenilen donanıma getirmek 20.000TL(3.400 avro yazıyım da yarın neden 30.000TL oldu bu rakam demeyin) üzerine bile çıkabiliyor. 2.el motor almanın en büyük avantajlarından biride motosikleti aksesuarları ile beraber daha uyguna almak.

Africa Twin'in sürüş tecribelerini paylaşmadan önce ülkenin içinde olduğu ekonomik durum nedeni ile bu motorun ulaşılabilirliği ve bakım maliyetlerine değinmek istiyorum. Motorun 2018 fuar fiyatı 52.000 TL iken şu anda sıfırı(manuel) 76.500TL oldu. MTV'si yıllık 914TL'ye çıktı. Yağ, yağ filtresi ve hava filtresi dahil bir yetkili servis bakımı ise 1000 TL civarında. Bakım sıklığı ise her 6000'de bir. Benim motorun çakarları ön çamurluk üzerinde ki çıkartmaları çizdi değiştireyim dedim 750 TL servisten el kadar çıkartmalar için fiyat verdiler.

Artık aslan besliyorsan yediğine katlanacaksın vs felsefelere KATILMIYORUM! Sadece ekonomik kriz dönemi değil her dönemde ulaşımda tasarruf olarak seçilecek ilk taşıtlardan biridir motosiklet. Asfaltı ezmez-yıpratmaz, trafikte yer kaplamaz, bir çok modeli otomobil ve diğer çok tekerli taşıtlara nazaran az yakıt tüketir. Yani bu taşıt devlet menfaati için TEŞVİK EDİLMELİDİR!
Gerildim!...Aldık bir derin nefes, verdik burundan yavaşça ve çok şükür hala motorumuz var dedik.

Geleyim keyifli kısma.

Nedir bu Africa Twin... 

Öncelikle bu motosikleti 1200 GS ve SuperTenere gibi onroad'tan offroad'a motorlar ile kıyaslama yapmak en yaygın hatalardan biri. 21 inçlik ön jantı, ince fakat uzun yapısı ile Africa Twin offroad'tan onroad'a bir motor.

Motorun asfalt performansı çok agrasif sürüşü sevenler hariç bir çok biniciyi tatmin edecek iyilikte. Ayrıca gazı açınca bu motor ben offroad için yapıldım demiyor ve 0-100km/s'te 4.3sn gibi bir sürede çıkıyor. Ön jantın büyük olması yüksek süratte herhangi bir kafa sallama yada viraj içinde tedirginlik hissi uyandırmıyor. Orjinal 3'lü çantaları(boş halde) ile 200km/s hızla güvenli hissederek seyahat edebiliyorsunuz. Benim boyum 1.88m, tur camı ile oldukça konforlu ve rüzgar yemeden bir biniş keyfi sağlıyor bu motor.

Offroad performansına gelince...
2018 Ağustos ayında 15 Africa Twin ile Trans Kaçkar yaptık ve motorun (ilk offroad tecrübem olduğu için aynı zamanda benim) yapabileceklerini dağlarda tecrübe ettim. Motor üzerinde yola çıkmadan taktığımız Capra-X'ler vardı. Nasıl desem bilemiyorum ama... Hayatımın en keyifli tecrübelerinden birini yaşadım. Eyvah düştük, aha şimdi burada kaldık dediğim yerde, Eren daha sen beni limitlerimde kullanmadın dedi. Süspansiyonları çok başarılı. Kapatılabilir arka teker ABS'si ve kapatılabilir 3 modlu çekiş kontrol sistemi(offroad sürüşünde genelde hepsi kapalıydı) hem arazide hem asfaltta sizin sürüşünüze yeteri kadar yardımcı oluyor. Bu offroad sürüşünü 3 dolu çanta ve artçı selesi üzerinde olan 1 sosis çanta ile yaptım. Motorun yakıt dahil ağırlığı 330kg civarındaydı. Buna rağmen benim gibi offroad konusunda tecrübesi olmayan bir biniciye ilk gün sonunda yanlaya yanlaya motor kullanma güvenini verdi Africa Twin.

Motorun frenleri başarılı fakat süspansiyonların uzun olması nedeni ile fren yapınca yer küreye doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz:) Evet baya baya kapanıyor kafası fren yapınca.

Oturuş pozisyonu sizi uzun yolda ve şehir içinde yormuyor. Dik bir oturuşa sahipsiniz. Selesinin darlığı(arazide işe yarıyor) kafamda konfora dair soru işareti oluşturuyordu fakat uzun yolda beni yormadı. Bir günde 900 km kullandım ve eve geldiğimde tahminimden daha az bel ve toto ağrım vardı.

Yakıt konusuna gelince, 3 çantalı ve yüklü halde 120-130km/s arası ortalama seyir süratinde 5.5 lt/100km gibi bir tüketime sahip. Gaz açtığınız zaman, ortalamayı 180-200km/s'te tuttuğunuz sürüşlerde bu değer 10 lt/100km'ye yaklaşıyor. Kısacası bu güçteki bir motor için ekonomik bulduğum yakıt değerine sahip. Arazide ise 6.5-7 lt/100km arası yaktı.

Motorun led farları başarılı. Benim motorum da led farklara ek, siriusun çakar/sabit yanar aydınlatma sistemi ve orjinal sis lambaları mevcut. Yani gece sürüşleri gündüz gibi. Ayrıca orjinal elcik ısıtmaya sahip. Bilgi ekranında görebildiğiniz 5 kademeden oluşan ısıtma sistemi 0 dereceye kadar iyi iş görüyor. 0 derece altında ise bence yetersiz. Gösterge ekranı başarılı. Bulunduğunuz vites ve hız göstergesi çok güzel konumlanmış ve görünür. Dış ortam sıcaklığı, ortalama yakıt göstergesi gibi işe yarar birçok bilgiyi gösterge ekranında bulabiliyorsunuz.

Motorun eksi yanına gelince... İç lastikli tekerlere sahip(offroad sürüş esnasında sert zemine vurunca yanaklardan hava kaçmasın diye). Yani lastik patlayınca game over! Çeşitli jellerin lastik içine enjektesi vs hiçbir şey dubless lastikler gibi verimli çözümler değil. Honda'nın kesinlikle buna bir opsiyon getirmesi lazım. Bu kadar ağır motoru(ağırlığını hiç hissettirmesede) kaç binici tam performansı ile arazide kullanır da iç lastikli tekere ihtiyaç duyar?
Karadeniz sahil şeridinden evime dönerken arka tekerin iç lastiği sübap kesti. Yani tekerin havası viraj içinde 160'la giderken birkaç saniye içinde tamamen boşaldı. Düşmedim ama bu zamana kadar motor üzerinde yaşadığım en büyük tehlike bu oldu. Düzeltin şu tekerleri kafamız rahat binelim motora.

Sonuç olarak Afrika Twin fiyat/performans olarak kıyaslandığında bir çok maxi enduro motoru geride bırakacak özelliklere sahip. Uzun yolu konforlu, şehir içinde görünür cüsseli, kullanımı kolay ve kıvrak. Arazide ise inanılmaz eğlenceli.



31 Temmuz 2017 Pazartesi

Tracer 900 İzlenimleri




Yamaha'nın Sport Touring sınıfına soktuğu lakin o sınıftan firar eden bir motosiklet olan 2016 model TRACER 900 ile olan tecrübelerimi bulacağınız bir yazıyı okuyorsunuz.

Motoru 2017 başında Ankara bayiden aldım. 2017 modeli ile arasında tam 8.000 TL fark var şu anda ki motorun üzerine alacağınız ek donanımlar ve mis gibi plaka,trafik sigortası, mtv ve kasko masrafları ile bu bedel evlere şenlik bir hal alıyor. Bu arada 2017 modelinin şu an ki liste fiyatı 48.500 TL.

Bu can sıkıcı detayları geçip teknik kısma geliyorum... Bu motoru tercih etme sebebim gücü ve oturuş pozisyonunun uzun yol endurolarına çok benzemesiydi. Zaten ilk kullanımda dik oturuş pozisyonu, yüksek selesi(ayarlanabilir) ve geniş gidonu ile "enduro lan bu" dediğim bir motor.

847cc 10.000 devirde 115 hp güç üreten 3 silindirli harika bir motor bloğu var. Bu motorun gaz tepkisini ayarlamak üzerinde bulunan 3 sürüş modu mümkün. Şöyle ki;

B Mod: Arkanızda oturan yenge hanımı üzmez, korkutmaz ama açınca gazı istediğim gider de bu hissini sonuna kadar size veren uysal bir mod. Kullanmam diye düşünüyordum ama sıkışık trafikte harika iş görüyor, çokça kullanıyorum.

Standart Mod: Gaz tepkisinin değiştiği B'den biraz daha kuvvetli bir sürüş modu.

A Mod: Festival festival gezen amcalardan değil iseniz içinizde bir yerde o apaçi yatıyor. A moduna motoru aldığınızda çığlıklar atıyor o apaçi gözleri yaşlı, etrafınızda şükran dansını yapıyor. İntercom'da ki müziğin sesi kendiliğinden yükseliyor, kan damarda hızlı akmaya başlıyor:)

Traction kontrol sistemi çok güzel iş yapıyor (istenir ise kapanabilir). Hani kavga esnasında sizi tutan ve karambolde bir yumruk yemenize sebep olan gerizekalı arkadaşınız gibi sizi rahatsız etmiyor. Tam zamanında "abi ölecek artık vurmayın" diye devreye giriyor. 80 kilo civarı ağırlığım var, depo üzerine tamamen kapandığım'da 1. viteste iyi tutan bir asfaltta korkmadan gaz açabiliyorum. Bu koşullarda eyvah tepeme geçecek motor derdi hiç olmadı. Yalnız artçılı iseniz traction falan hikaye... O motor tepene geçer abicim sert gaz açmalarda.

ABS'li fren sistemi güzel iş yapıyor ama arka freni ben beğenmedim.  ABS devreye ne önce ne sonra giriyor. Tam zamanında işini güzel yapıyor.

Yakıt konusunda sınıfı ile aynı yakıt değerlerine sahip. Uslu kullan 4.5 - 5 lt / 100km ye inersin inmesine de o zaman bu motoru niye aldın diye sorarlar adama. Bu motor yakıyor kardeşim. Performans kullanımda 9 litreleri gördüm.

Ben topcase ile kullanıyorum. Orijinal sırt dayaması ile beraber şıkta duruyor motorda. 190'dan sonra topcase ile binici arasında olan boşluk kafa sallamaya sebep olabiliyor. Hava şartlarına göre şanslıysanız 210'a kadar "hoop sakin!" diye gaz kesmeden çıkabilirsiniz. 230'da elektronik kesiciye giriyor.

Gelelim kafa sallama sorununa. Evet topcaseyi çıkartınca yine bu sorun devam ediyor. Fakat sorun şuradan kaynaklanıyor. Bu motor enduro ebatlarında, yüksek yani. Buna oranla çok fazla güç üretiyor. Motoru tam performans ile kullanınca da aerodinamik buna izin vermiyor başlıyor kafa sallamaya.

Ön camdan(ayarlanabilir yükseklik ayarı var) gelen rüzgar kaskın çene kısmına çarpıyor. Boyum 1.88m, cam ve sele en yüksek ayarında.

Viraj kabileti 160km/s altı süratlerde oldukça başarılı. Tedirgin olacağım tek durumla bile karşılaşmadım ki dağ yollarında tempolu kullandığım çok oldu. 160 sonrası ise güvenli değil. 200'le kafanı sallaya sallaya viraj almak çok keyifli! :)

Farlar çok başarılı. Özellikle gece selektör yapmayı çok seviyorum :) Bu arada selektör düğmesi klasik motorlar gibi değil. Uzunları açtığınız düğmenin ters yönünde. Alışmak zor olmadı.

Gösterge ekranı oldukça keyifli. Hava sıcaklığı, soğutma suyu sıcaklığı, trip metreler, ortalama tüketimi gibi bir çok sürüş bilgisini size veriyor. İstendiği takdirde hangi değeri hangi menüde göreceğinize de küçük bir ayarla siz karar verebiliyorsunuz.

Kısaca bu motoru şöyle özetleyebilirim... Uzun yol endurosunun çok güçlü hali. Sahibi olduğum, işte tam bana göre dediğim motosiklet Tracer 900.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Yine iki silindir fakat tarzı "biraz" farklı - Shadow 750 -


Maxi endurodan sonra Chooper Cruiser tarz bir motor alan ender insanlardan biriyim. 2016 Sezonu için görünüşü ve sesini çok beğendiğim 2006 model Honda Shadow 750 yi aldım.

Shadow 750'den bahsetmeden önce maxi endurodan chopper tarzı motorlara geçmeyi düşünen binicilere bir iki lafım var :) Sayın motor severler sakın ama sakın motorun hızlanmasını, son süratini, frenlemesini ve daha bir çok teknik detayını kıyaslamayın... Her bir teknik detay Chopper tarz motorlarda çok çok aşağıda FAKAT!... Her tarz motoru kullanan ben, bu kadar fazla sürüşü hissederek ve "KISA" mesafelerde bu kadar zevkli kullanımı olan motosiklet hayatımda kullanmadım. Biraz bahsetmek gerekir ise;

Üzerinde ki Highway Hawk susturucusu olmayan egzozunun sesini duyunca sahibine alıyorum dedim :) Şaka bir yana sesi o kadar tok ki sürekli düşük devirlerde kullanası geliyor insanın. Ben çok güçlüyüm lan gazı açarsam 200'e 3sn'de çıkarım ama açmıyorum...(ayık ol her an açabilirim) sesi var motorda. Bu arada motor gerçek bir V-Twin. Yani iki silindir tek kran pinine bağlı bu yüzden düzensiz çalışıyor. "FITI FITI" gitmiyor bu motor yani. "FITI FITITI FITIFI" gibi :)

Kodaman villası salon camı kadar büyük bir rüzgar camı var önünde.Sil sil cam bitmiyor. 188cm olan boyuma rağmen kaskımın üstü bile rüzgar almıyor. Bu durum konforu çok arttırıyor.

Selesi popoyu tamamen kaplıyor. Enduro kullanıcılarının köy yolları kenarında bol bol gördüğü labada toplayan teyze o seleye otursa taşan olmaz... o seviye geniş bir sele var.

Görünüşü tamamen kişisel zevklere bağlı fakat benim çok hoşuma gidiyor.

Biraz teknik detaylarından ve sürüş dinamiklerinden yüzeysel olarak bahsedeyim...

Chopperlarda ön fren kötü  teker hemen kitleniyor vs diye abartılan şeylerin çok doğruyu yansıtmadığını gördüm. Zaten yüksek süratlere çıkan bir motor değil . Güvenli sürüş süratlerinde gayet başarılı frenlemesi var. Ayrıca ağırlık dağılımı diğer motorlara göre biraz daha motorun ortasında olduğu için arka fren de motoru durdurma konusunda oldukça yardımcı oluyor.

Şaftlı olduğu için zincir bakım vs bu dertten kurtuluyorsunuz. Şafta kalkışlarda ve vites geçişlerinde olan tak tuk sesi yok.

Ön amortisörler başarılı fakat arka amortisörler leş. Haliyle bozuk yollarda bel fıtığı olanların vay haline. Ben virajlı yolda sonuna kadar zorlayarak kullandım(pegleri yere sürterek) arada arka teker yerden kesildi. İşlevini de tam olarak görmüyor arka amortisör bu yüzden.

Yakıt tüketimi şehir içinde 100km'de 6 lt. Uzun yolda 140 km sabit hızda bu değer 7,5lt ye çıkıyor.

Uzun yolda kullanımı çok çok çok yorucu. Sebebi oturuş pozisyonu, arka amortisör falanda değil... Ankara'dan çıkıp 2500km civarı bir uzun seyahat yaptım. Titriyor bu motor arkadaş... Martopikör ustası gibi hissediyorsun kendini ilk 150 km'den sonra. Güvenli sürüş hocaları taşlayacak beni biliyorum ama:) ... Bacak bacak üzerine atıp arkanıza yaslandığınızda birde yol çukursuz ise tek eksik biraz daha titreşimsiz bir motor.

Minnacık deposu var. Enduro da 300km de benzin almak için dururken şimdi 130 km de benzin almak için duruyorum.(rezerv hariç).

Dönüş çapı benim tahminimden çok daha başarılı. O kadar da uzun bir çapta dönüş yapmıyor, şehirde kullanım için fena değil.

Son sürati 3 çanta ve kocaman ön camla beraber 160km/s. Haa bu arada aynalarda görüntü yok :D bulanık bir şeyler geliyorsa arkanızdan ön görebiliyorsunuz sadece, araba mı kamyon mu diye :)

Kısacası bu motor şu beklentiyi çok iyi karşılıyor;
Ben akşamları evimden eğlenmek için dışarı çıkacağım, hafta sonraları şehirde biraz turlayacağım ve dikkatler üzerimde olacak diyenler için ideal bir seçim. Hem görüntüsü hem sesi çok başarılı.

Ama benim gibi uzun yolu seven ve hafta sonu günü birlik 300-500 km yol yapanlar için pek ideal değil.

Ben hevesimi aldım bu motordan. İleride 2. motorumu alacak bütçem olduğu zaman kesinlikle tercihim bir chopper olacak.

Yakında Ankara'dan çıkıp Bodrum ve İzmir'i gezip tekrar Ankara'ya döndüğüm yol raporunu yayınlayacağım. Sağlıcakla kalın...


4 Ağustos 2014 Pazartesi

DL1000'e geçiş...

Blog'uma yazmayalı çok uzun zaman olmuş şimdi anladım. Öyle ki ben sırtında binlerce kilometreler yaptığım DL650'imi satalı ve DL1000'imi alalı 5 ay olmuş.

Sattığım  motor 2006 modeldi, aldığım  motor 2005 model.

Dolomitler gezimden sonra motora her hafta sonu binme heyecanım birazda olsa azaldı. 2014 yazı için uzun soluklu bir yolculuk planım olmadığı için motorumu satıp biraz hızlı ve 4 silindirli bir motor almaya karar verdim. Fakat neye niyet neye kısmet yine endurodan ve Vstrom'dan vaz geçemedim. 2005 model bir DL1000 aldım.

Yeni motorumla şimdiye kadar 5000km yaptım ve bu tecrübemi paylaşmak istedim. Bu başlıkta DL1000 ile DL650'yi kıyaslayacağım.(Kıyaslanacak güç haricinde çok bir şeyleri olmasa da)

Dış görünüş;
DL1000 çift egzozlu bir motor. Grenajlarda ise  küçük farklılıkarı var. Bu farklılıklar sağ ve sol grenaj altlarında görülebilir. DL1000'nin gösterge paneli üzerinde kullanılan malzemeler DL650'den daha kaliteli.

Motor;
DL1000 ile DL650'yi birbirinden keskin bir şekilde ayıran kısım işte tam burada. Her iki motosiklette sıvı soğutmalı iki silindirli motora sahip. Kendi sınıfına göre DL650 güçlü bir motora sahip(69hp) ve bu güce karşı yakıt değerleri makul ölçülerde. Ben genelde virajlı dağ yollarında, yüksek devirli kullanırdım DL650'yi ve ortalama yakıt değerim 100km'de 6 lt civarındaydı. Bu değer otobanda düşük devirli kullanımda 4 litreye kadar inmişti. Şehir içi kullanımım da yine 6 lt civarındaydı.
DL1000'in(98hp) motoruna gelince...DL650'yi satma sebebim daha kuvvetli bir motora binmekti ve DL1000 istediğimi tam olarak bana verdi. Sert kullanımlarda, viraj çıkışlarında (zeminde güzelse) ön tekeri yerde tutmakta zorlanabilirsiniz ki artçılı kullanımda sert gaz açışlarımda bütün ağırlığımı depoya vermeme rağmen ön teker yerden kesiliyor.
DL1000 6 vitesli olmasına rağmen en yüksek süratine 4. viteste çıkıyor. Vites aralıkları gayet başarılı. Dağ yollarında 2. viteste kilometrelerce sürebilirsiniz(DL650'de aynı yolda sık vites değiştirirdim). 6. vitese alırsanız ekranda OD(overdrive) yazar ki buda ekonomi vitesi. Düşük devirde yüksek süratle gitmenizi sağlar. DL1000'de dağ yollarında ortalama yakıt tüketimim yüz kilometrede 8-9lt. Fakat sakin kullanımda uzun yolda 5lt'ye inmeyi başardım. İşin kısacası yakıt ekonomisi derseniz bakılacak motor değil DL1000.

Debriyaj;
DL1000'de hidrolik debriyaj mekanizması var. Bu yüzden kavrama noktası ayarlaması manetteki 4 kademeli ayarla oluyor ve buda çok çok bir esneklik sağlamıyor. Ben maneti elcikten 3-4 cm ayırdıktan sonra kavramasını isterim. Bu yüzden kendi debriyaj manetimin hidrolik kutusuna basan yerini biraz taşlattım.

Ağırlık ve depo;
DL1000 DL650'den yaklaşık 50kilo daha ağır fakat bunu kullanırken çok fazla hissetmiyorsunuz. İkisi de 22 litrelik bir depo hacmine sahip. 

Frenler;
Geldik mi iki motor içinde güzel tek bir şey yazamayacağım kısma. Arkadaş yapıştırınca deli gibi giden iki tane alet yapıyorsun üzerinde fren yok. DL650 ve DL1000'nin frenleri iyi değil! Hele ki o arka frenleri. Eski traktörlerin freni gibi. Yeni kasa DL650 ve DL1000'de bu sorunlar çözülmüştür diye umuyorum.

Genel yorumum ise şöyle;
Gaz tepkileri DL650'nin daha yumuşak ve daha titreşimsiz bir motor(malum iki silindir titrer arkadaş)Şehir içinde daha kullanışlı hale geliyor bu özelliği ile.
DLile bir kere offroad yaptım, bir dağa zor bela tırmanmıştım ama ağırlığı canımı okumuştu ki DL1000'i bu konuda düşünemiyorum bile. Şose yollarda DL650 bileçok güçlü kalıyordu.
Her ikisi de şehir içinde ben arazi aracıyım diye incecik yanaklı lastikleriyle gezen range roverler gibi yani. Araziye girer ama ona göre :) 
Bozuk asfalt yollarda hiçbir sorun yok fakat ben DL650'nin karter korumasını bir iki kez vurmuştum yolda, şimdiki motorumda plastik karter koruma var ve DL1000'lerde demir olanını ben görmedim. Bu yüzden daha dikkatli kullanıyorum. Ayrıca şimdiki motorumda koltuk ve elcik ısıtma mevcut. Basit bir sistemle monte ediliyor ve kullanımda çok büyük konfor sağlıyor,tavsiyem olur ;) 

Kısacası DL650; ben çok gezerim yakıt ekonomisi benim için önemlidir ama motorum gaz açınca birazda gitsin be! Diyenlerin motoru.

DL1000 ise; ben viraj çıkışında gaz açınca ön teker kalksın ivmeden belim kasım kasım kasılsın buna da ağzımın suları aksın diyenlerin motoru.


Son olarak DL1000 ile Eskişehir Bozdağ yollarında çektiğim bir video.Video'da 8:35'ten sonra bahsettiğim 8-9 hatta 10lt lik değerlere bu sürüşle çıkılıyor. 8:35'de kadar olan sürüşte 6lt civarı bir tüketiminiz olur. Video 1080pHD olabiliyor.Tam ekran izlemenizi tavsiye ederim. GoPro ile dik kadraj da güzel oldu çünkü :) 

18 Kasım 2013 Pazartesi

İtalya - Dalmaçya Kıyıları - Balkanlar (23.08.2013-6.09.2013)

Motosiklet alma kararını 2011 yılında gezdiğim birkaç Avrupa ülkesinde almıştım. Motoru almam da çok kısa sürmedi. Alır almaz da hedef motorla Avrupa’yı gezmek oldu. Alplerdeki rotaları gezen motorcuların videolarını o güzel virajları, doğayı, asfaltı monitörden görmek daha da gaza getirdi beni.  Derken 2012 kışında motoru aldığımdan beri neredeyse bütün yollara beraber gittiğim Çelik’le yurt dışına çıkma kararı aldık. Hedefte Bulgaristan Romanya Macaristan Hırvatistan ve Makedonya vardı. Fakat gün geçtikçe orası da olsun, burası da olsun, haa bak şurası daha güzel, olum birde şu abiyle konuşalım adam dünyayı gezdi derken kendimizi Alplerde ki passları planlarken bulduk. Ne Romanya kaldı ne Macaristan…
Yukarda yazan paragrafı başka biri yazsa direk kelimelerde göz gezdirir ardından işime yarayacak ve bana haz verecek olan kısma geçerdim. 23 yaşımda daha öğrenciyken böyle bir fırsatı ele geçirdim, Alplerde 11 pass ve Dalmaçya kıyılarını boydan boya motorumla geçme fırsatı yakaladım. Şimdi de yeni evimde bir yanımda kahvem diğer yanımda purom ve arkada çalan White Buffalo şarkılarıyla uzata uzata iki üç satır geyik yapmışım çok mu =)
Gelelim sadede;

23.08.2013(Eskişehir-Çanakkale)
Sabah erkenden kalkıp geceden hazırladığım eşyaları motora yükledim. Çelik’le buluşup Eskişehir’den  öğlen 12 civarı Çanakkale’ye doğru gaz açtık. Eskişehir çıkışında güzel bir bölgesel sağanak yedik. Yağmurlukları giyip yola devam ettik. Mezitler virajlarında lastiğim patladı sanıp hemen yol kenarına çektim. Lastik basınçlarını ölçtüm her şey normaldi. Amortisörleri yumuşak olan ve arkası tıka basa dolu olan DL saçma sapan tepkiler vermeye başlayınca arka amortisörü sertleştirip yola devam ettik. Ama yinede ulan bu motorla nasıl dağ virajlarını yapacağım sorusu da aklıma gelmedi değil. Önü çok hafif ve ön teker yere iyi tutunmuyordu çünkü. Bursa’da uzun bir yemek molası verdikten sonra tekrar Çanakkale yollarına düştük. Çanakkale’ye akşam saat 7 civarı vardık ve Çelik’in arkadaşının evine eşyaları bırakıp kordona yemek yemek için indik. Güzel bir balık yedikten sonra eve 100 tane midye dolma alıp döndük. Midyelerin yarısından fazlasını mideye indirdim o gece.



At her yerde at.





Midyeleri baya güzeldi ama Mudanya'da sahilde yediğim midyelerin yeri bambaşka.



















24.08.2013(Çanakkale)
Sabah uyandık ve sahilde güzel bir kahvaltı yaptık. Ardından Dardanos plajına yüzmeye gittik. Çanakkale’de üniversitesini okuyan lise arkadaşım plaj faslımıza eşlik etti, hasrette gidermiş olduk. Goproyla su altı çekimleri, 7.geleneksel deve güreşi oyunu ve güneşlenme merasimlerini itina ile tamamladıktan sonra Çanakkale’ye geri döndük. Akşam yemeği ve tekrar alınan 100 midyenin ardından eve geri döndük.

Kirli biraz Çanakkale'nin denizi. Ama yinede eğlendik be! :) 










Akşam bile sıcaktı Çanakkale. Motora böyle ultra korumalı binerseniz bir nebze terlemiyorsunuz. Gündüz vakti o motor pantolonuyla 7 saat sıcakta geldik buraya kadar. (Pudra mod on)






















25.08.2013(Çanakkale-Selanik)
Sabah erkenden uyanıp motorları yükledik. Çanakkale sahilinde güzel bir kahvaltı yapıp boğazın karşı yakasına geçtik. Vapurda Estonya’dan GS1200le gelen bir çiftle kısa bir sohbet yaptım. İpsala sınır kapısına ulaştığımızda Touring kurumuna kendimizi güzelce keseletip uluslar arası ehliyetimizi ve yeşil sigortamızı yaklaşık 500tlye yaptırdık. İlk defa araçla yurt dışına çıkacağım için hafif bir gerginlikle sınır kapılarını geçtik. Yunanistan’a girdiğimizde otoban hız sınırının(130) biraz üzerinde Kavala’ya kadar gazladık. Kavala’da karnımızı doyurduktan sonra çok oyalanmadan akşam saatlerinde Selanik’e gaz açtık. Bu arada, Kavala güzel bir tatil yeri. Denizi çok temiz. Kavala’dan sonra otobanda İpsalada tanıştığımız cbf1000ciler bize yetişti. Selam çakıp, ustalar yollarına devam etti. 4 silindir farkı bu olsa gerek.  Selanik’e yaklaşırken Yunanistan otobanlarında yol üzerinde benzinci olmadığından benim motorun benzin göstergesi tek kademeye düştü. Ardından o tek kademede yanıp sönmeye başlayınca 140 olan süratimiz 80lere indi. Allah’tan Selanik girişinde bir benzinciye kadar gidebildik. Selanik’te Panaroma diye bir yerde booking.com’dan önceden rezervasyon yaptığımız otele yerleştik. Gezi boyunca kaldığımız en iyi otel oldu burası.(Otel Nepheli) Akşam panaromada biraz dolaştıktan sonra erkenden yattık.


Çanakkale'den yola çıkıyoruz. 


























Boğazda kahvaltı yapıp vapura bindik. 
























İpsala'ya yaklaştıkça heyecanda artıyor. Yolda kısa bir mola verdik.
























Uluslar arası ehliyetimizi touringten aldık.Touringin 7 sülalesine 3 tane sübaneke okuyup 350tl yi verdik.

























Türkiye tarafındaki kapıda yeşil sigorta işlerimizi üj bejci, muhabbeti on numara bir abiye yaptırdık. 
Motorları kapıların hemen arkasına park ettik. Çelik'in birkaç evrağı eksik çıktı onlar için biraz vakit kaybettik.
























Ve Türk kapısını geçip Yunan kapısına doğru gaz açıyoruz. Meriç nehri üzerinde hatıra fotoğrafı çekinmeden geçilmez.
























Sıcak ve Türk tarafında beklememiz biraz yordu. Fakat moraller ve heyecan on numara beş yıldız.






















Yunan sınırını da sorunsuz geçip bizim eski topraklara gaz açıyoruz. Kavala ilk durağımız ve mola yerimiz. Deniz çok temiz. Tatil için harika bir yer. Bu manzaraya doğru yemeğimizi yiyip tekrar Selanik yollarına düştük.























Selanik'teki otelimiz çok güzeldi ve oldukça uygun bir fiyata kaldık. Bazen internetten böyle güzel oteller uygun fiyata denk gelebiliyor.




























Dolomitler... Motorcuların hac yolu geyiğinin beden bulmuş hali... ÇELİK! 
























Gece Panaroma'da biraz turlayıp otelimize geri döndük. Uyku saatlerini ve kalkış saatlerimizi bozmamaya sürekli gayret ettik. 





















26.08.2013(Selanik-İgoumenitsa)
Sabah erkenden otelden ayrıldık. Otel yakınlarında güzel bir kahvaltı yapıp yola tekrar koyulduk. Bu arada, kahvaltıda yediğim peynirli börek hayatımda yediğimin en iyisiydi.
Yolumuz Meteora yakınlarından geçiyordu ve otobandan çıkıp Meteora yoluna döndük. Kesinlikle gidilmesi ve en az 1 gün ayrılması gereken bir yer Meteora. Kayaların üzerinde inşa edilen manastırlar harika gözüküyor. Ayrıca otoban üzerinden Meteora’ya ayrılan yolda viraj seven motorcular için harika. Yol boyunca asfalt ve doğa çok güzel. Meteora’dan sonra yol üzerinde öğlen yemeğini yiyip ki yol üzeri dediğim yer gerçekten yol üzeri, bariyere oturup yemek yedik sonra yola devam ettik ve İgoumenitsa’ya saat 5 civarı vardık. Direk limana gidip internetten aldığımız gemi biletlerini(Minoan Lines) satış ofisinden aldım. Ardından şehrin batısındaki plajda biraz dinlenip üstümüzdeki motor kıyafetlerini çantalara zar zor sığdırdık. Gemiye motorları yerleştirmeye hazır hale geldik. Akşam yemeğini yedikten sonra sahilde güzel bir yerde kahve içip sohbet ettik. Gemi saati yaklaştıkça ortam iyice güzel olmaya başlıyordu. İçimiz pek istemese de gemiye binmek için limana gittik. 12 numaralı kapıdan kalkacaktı gemimiz. Motosikletli olmanın faydasını burada çok gördük. Gemiye binmek için hiç sıra beklemeden en öne geçtik. Yol boyunca plakalarımızı görüp bize el sallayan Türk aileler burada da yalnız bırakmadılar bizi. Onlarla ve diğer motorcularla gemiyi beklerken baya sohbet ettik. Gemi geldi, motorları geminin içine park edip kendimize uyumak için güzel bir yer bulduk gemi içinde. Yanımızda eğlenceli bir Alman çift vardı. Azda olsa onlarla sohbet edip uykuya daldım.



Sabah erkenden otelden ayrılıyoruz. 



























İlk durak Meteora yakınları. Arkadaki kayalıklar bize Meteora'ya yaklaştınız deluğanlılar diyor.

























Meteora dedikleri yer işte böyle bir yer. Kayaların üzerine fotoğraftaki gibi manastırlar yapmışlar. Manastırlara ulaşım çok zor. Artık ne onları bu kadar korkutmuşsa adamlar Ali Ağaoğlu'na bunları yaptırmış.























qAnqiMm vHhe Bhen 

















Bahsettiğim manastırların yakından görünüşü. 
Bu arada manastırlara çıkan yol efsane! Ama dikkat edilmesi gereken bir yol çıkarken sol taraf uçurum. Yeni lastiklerimizin korku sınırları iyice genişledi.























Otobanda kısa bir mola verdik, su içtik. İoannina(tabelaya bakarak yazdım) arkeoloji cennetiymiş. Yanından geçerken Çelik benim interkoma fısıldadı.
























İgoumenitsa(hiçbir yere bakmayarak yazdım, ezberledim gemi bileti ararken bu şehrin ismini) plajında denize girsek mi girmesek mi derken girmeme kararı aldık ve üstümüzü değiştirip motorları burada gemiye hazırladık. Bu sırada yanımıza, duş kabinlerine yetmiş yaşlarında fileden slip mayosuyla bir dede geldi. İtalya'ya gidince piskolojik destek alacaktık fakat sağlık sigortamıza piskolojik tedavi dahil değilmiş. 
















Yemek yedikten sonra sahilde güzel bir yere oturduk.
























Yunanistan'da nereye oturursanız oturun önünüze bir sürahi su geliyor. Bunu ingilizce bilmeyen bir garsondan kahve isteyince anladık. Önce farklı bir sürahide su ve iki bardak geldi. Dedik kesin bu hatun dediğimizi anlamadı ve içki getirdi. Koklayınca getirilenin su olduğunu anladık.























Kahveleri içip limana girdik. Gideceğimiz limanın ismini yazan kağıtları motorların önüne astık. İçeride park düzenini sağlamak için bu yapılıyor. Gemi önce Ancona(italya)'ya uğrayacağı için iki farklı şehir ismi olan kağıtlar yolculara verildi.























Gemiye önce binin ve içeride iyi bir yer edinin tüyosunu Türk yolculardan aldık. Bu tüyoya rağmen çirkinleşmeden sakin sakin gemimize binip güzel bir yer seçtik kendimize.

















27.08.2013(Gemiyle İgoumenitsa-Trieste)
Bu gün için yazacaklarım çok kısa. Yolun en berbat kısmı bul gemi yolculuğuydu. 25 saat sürdü. Çok sıkıcıydı.  27sinin gecesi İtalya Trieste’deki limana yanaştık. Gemide ayırttığım oteli gece 3’te bulup hemen uykuya daldık.

Matları attık yere uyku tulumlarına girdik kıvrıldık bi köşeye. Yanımızda pirizde vardı. İyi yere denk geldik kısacası.

















Gemi oldukça yüksekti. Güverteden Ancona limanına yanaştığımızda çektiğimiz bir kare.






















28.08.2013(Trieste-Bolzano)
İşte hayalini kurduğumuz gün geldi! Alpler’e tırmanmak için sadece 100km daha sürecektik.
Trieste’den saat 10 civarı yola çıktık. Otobandaki gişelerde bozuk olan makine bize bilet vermeyince Tolmezzo gişelerinde 67euro ceza yemekten ucuz kurtulduk. Allah’tan Eric adında biri İngilizce biliyordu da sorun çözüldü. Yavaş yavaş Alpler’e tırmanırken aynı zamanda interkomdan Çelik’le konuşuyorduk. O doğa harikası yerlere girince o asfaltı ve virajları görünce motordan indik ve Çelik goproyu kaskına taktı. Sonra birbirimize bakıp laaaaaaan! dedikten sonra redline… Her insanın motora binme amacı farklı. Ben virajları ve asfaltı iyi olan yerleri çok seviyorum. Ne desem bu rota için bilemiyorum ama “yok böyle bir yer” demek duygularıma direk tercüman oluyor galiba. İlk başlarda biraz yağmur yedik. Asfalt ıslak ama yine teker bırakmıyor asfaltı. Biz Türkiye’de buz pistinde gidiyoruz. Bu gün 400km yol yapıp Bolzano yakınlarında bir yerde konakladık. Kaldığımız yer korku filmi çekilebilecek tarzda bir yerdi. Aşağıda bodrumdan bozma bir restorant ve burayı işleten sarhoş,kambur bir yaşlı. Restorantta sağdan sola koşan bir fare gördüm görmezden geldim. Kaldığımız en kötü yer burasıydı ama havanın güzelliğinden midir bilinmez sabaha çok dinç uyandık.
Akşam motorları boşalttıktan sonra Bolzano’ya kahve içmeye gittik.Bolzana güzel, sessiz sakin olmasına karşı aktif bir sosyal hayatı olan kent. Akşam bir çok genç kafelerdeydi. Dağ yollarındaki güzel kasabalarda gördüğümüz bıyıklı teyzelerden farklı buradaki bayanlar. İngilizce bilenlerin az olması sıkıntı oluşturdu biraz. Sütlü kahve istedik fakat sadece süt içtik =)
Gün boyunca İtalya topraklarında kaldık fakat bazı yerlerde konuşulan dil değişti. Konuştuğum insanlardan biri, o coğrafyanın 2. Dünya savaşından önce Avusturya’nın elinde olduğunu ve bu değişikliğin sebebinin bu olduğunu söyledi. O coğrafya da biraz karışık galiba =)
Kahveleri içip tekrar kaldığımız yere dündük. Motorlar boş olduğu için dönüşümüz pek uzun sürmedi.





Bu gişeleri geçtikten sonra arkada gözüken dağlar Alpler oluyor sevgili okuyucularım. Üç ay görmediği sevgilisine giderken bu kadar heyecanlanmaz insan.




















Yukarıdaki fotoğraftan sonra biraz daha sürdük ve virajlar başladı. Çelik hemen kamerayı takmak için durdu. Ben vakit kaybetmemek, bir an önce yola tekrar koyulmak için kaskımı bile çıkarmadım.










Burası unutulacak bir yer değil. Arkada madenci cüce heykeli. Troll efsanesi de bu coğrafyadan çıkmış.

























Yolda bu gölün kenarında mola verdik. Sağ altta gördüğünüz ağaç üzerinde oturup yemeğimizi yedik ve biraz göl kenarında dolaştık. Küçükte olsa sal tarafta gözüken insanların yanında suyu çok güzel olan bir çeşme vardı.




















Bu dağlarda motor kullanınca bu piskolojide oluyor insan.
























Akşam Bolzano'da motorla kısa bir tur attık. Ardından bu meydanda ki kafelerden birine oturduk.






















29.08.2013(Bolzano-Arabba)
Bu gün için aslında sayfalarca yazı yazabilirim fakat ben sadece en güzel anılarımızı paylaşacağım.

Sabah erkenden uyanıp ünlü geçit(pass) Stelvio'ya doğru gaz açtık. Stelvio'ya giderken yolumuzun 22km uzağında Pass Palada'ya(1512m) uğradık. Burada yol 44 km uzadı vakit kaybettik gibi şeyler yazamam. Bu yollarda geçirilen her dakika her km inanılmaz keyifli. 
Nihayet Stelvio'ya(2757m) tırmanmaya başladık. Fakat rakım yükseldikçe yoldaki virajlar iyice dik ve tam dönüşlere bıraktı kendini. Burada hadi yapıştıralımdan ziyade bu yüklü motorla dengeli bir şekilde nasıl dönerime bindi iş. Allah'a şükür alnımızın akıyla devrilmeden çıktık zirveye kadar :)  Yaklaşık 2500m tırmanmış olduk. zirveye çıktıkça motorların sesi çekişi her bir şeyi değişiyor. Kolay değil tabi o kadar rakım çıkmak.
Zirvede bir çok bisikletçi,klasik otomobil grupları,motorcular vardı. Hava 0 derece civarlarındaydı. Burada karnımızı doyurduk ve sabah bir benzinciden aldığımız alplerin haritasını önümüze açıp kendimize günün geri kalanının rotası çıkardık. Alplerdeki geçirdiğimiz bu günde herşey spontane gelişti. Çünkü şurası daha güzel olur oraya gidelim diye plan yapmadık, heryer güzel anasını satıyım.
Yukarıda bir saat geçirdikten sonra Bormio'ya doğru gaz açtık. İniş virajları daha geniş olduğu için iniş çıkıştan daha hızlı oldu. (Çıkış virajlarının çoğu 180derece)Bu arada efsane virajların olduğu çıkış batı çıkışı. İnişte aslında durmamız gereken bir yer daha vardı falan yol güzel keyfe devam edelim diye durmadık. Bu yer İsviçre ve İtalya'yı birbirinden ayıran virajdı ve virajdan sağa ayrılan sınır sadece bir çizgiydi. Fransa'dan İspanya'ya geçmiştim 2011de fakat biz hiç sınır görmedik. Burada sınır sadece beyaz bir çizgi. Bu da göze baya hoş geliyor.
İnerken yolda bir multistrada1200 ve ktm990adv kullanıcısı 2 motorcuyla karşılaştık. Bu zamana kadar peşimize takılan yada biz enselerine yapışınca bizimle birlikte inebilen hiç olmadı ama bu iki vatandaş bizi baya uğraştırdı. Viraj içinde geçmek gibi bir apaçilik yapmadık. Tabi düzde de iki motorda bizimkilerden daha iyi gidiyor. Bu yüzden baya bir yolu beraber gittik. Neyse çok uzatmayım iki binicide motorları fena kullanmıyordu. Ktm'li biniciyi geçerken o ne lan durumunu yaşadım. Ablam bir güzel saçlarını salmış kasktan aşağıya basıyor da basıyor. Onun gibi sürebilen kaç erkek vardır Eskişehir'de bilmiyorum.
Stelviop passtan inip tekrar pass Gavia'ya(2618m) tırmanmaya başladık. Pass Gavia'da stelvio gibi soğuktu ve yolu zirveye yaklaşmaya başlayınca baya soğudu. Ayrıca yol o kadar dardı ki iki motor yan yana geçerken önlem olsun diye baya yavaşlıyordu. Pass Gavia'dan inerken harika manzaralar gördük.Buradan sonra pass Tonale ve pass Mendolo'ya gaz açtık. Mendola bütün alpler gezimiz boyunca yolu biniş zevki açısından en iyi olan pass yoluydu. Mendola'dan sonra tekrar sabah yola çıktığımız Bolzano şehrine geldik ve buradan depoları doldurduk. Yola tekrar koyulup Costalugna Carrer passı yaptık. Bu passın benin için güzel bir anısı var. Yolda bir ferrari f458 italya ile karşılaştık. Biraz arkasında gittim sesini dinlemek için. ama 2-3 dakika sonra sıktı arabalarla birlikte yavaş yol almak. Ustayı sollaıp önüne geçtim ve gel diye işaret yaptım. Abi heyecanı sevmese o arabayı almazdı zaten. Arkadan harika bir motor sesiyle yapıştı hemen arkamıza. Ferrari'yle kapışmadım demem artık :) 

Yolumuzu Cenazei üzerinden Pass Pordoi'ye çevirdik. Fakar Pordoi çıkışında durmak zorunda kaldık çünkü motorlar ciddi ciddi çekmemeye başladı. Bu arada artık akşam olmaya başlamıştı. Hava da soğuyordu. Yarım saat motorların dinlenmesini bekledikten sonra tekrar yola çıktık ve Pordoi inişinde Arabba kasabasında güzel bir otele yerleştik.
Hayatımda unutamayacağım en güzel günlerden birini yaşadım. 500km civarı sürekli viraj olan yolu 1 günde bitirdik fakat bizde çok yorulduk. Sabah sırt,kol,bacak vs ağrılarla uyandık. Burada Hırvatistan'da kalacağımız oteli ayarlayıp yola koyulduk.



Sabah hayava çok güzeldi. Burada yağmursuz motora binmek büyük şans oldu bizim için.


















Keyifler yerinde.














Alplerdeki ikinci günün ilk passı.

















Çek çek bide böyle çek!













Yol bakım çalışmaları çok sık. Tek şeritte bakım çalışması yapıp sırayla her şeridi yoldan geçiriyorlar. Bu işlem için ya seyyar trafik lambası yada görevli kullanıyorlar. Fakat bu fotoğrafta yol bakım çalışması yoktu. Yola kaya düşmüş.




















İşte meşhur Stelvio. Zirve gözüktü. Efsane virajlar tam başımın üstünde sıralanıyor.















Çoğu viraj bunun gibi 180 derecelik ve sürekli rakım çıkıyorsunuz.
















Boya asfalta zarar vermiyormuş. Yoksa bu yapılan düpedüz vandallık olurdu:)





















Bu tabela önünde fotoğraf çekinmek bir ayrıcalık :)




















İkimizde biraz yorulduk ama değdi.














Yemek yedikten sonra kahveyle birlikte günün geri kalanının rotasını çıkartıyorum. Aşağıdaki manzara harika.





















Stelvio inişindeki yoldan bir kare.





















Verdiğimiz kısa molada diğer motorcularla kısa bir sohbet yaptık. 



















Burası biraz üşüttü bizi. Ama inişindeki doğa harikaydı. İnanılmaz manzaralar var.

















Dağ başını duman almış.


















Günün sonuna doğru passlar devam ediyor. Yorgunuz ama çok mutluyuz.





















Motorlar ciddi ciddi şişti. Durup sağını solunu kontrol ettik.






















Günün son passı. Hava açık fakat soğuk.


















Ve günün son durağı. Otelimiz çok güzeldi. İçerdeki bütün mobilyalar ahşap. 2 oda vardı ve odalar çok genişti.



























30.08.2013(Arabba-Rijeka)
Arabba'dan sabah çıkıp 4 pass daha yaptık. Bu passlar Tolmezzo yolu üzerindeydi. Alp dağlarından Udine'ye doğru gaz açtık. Udine'yi geçtikten sonra içlikleri çıkartmak için yolda durduk. Hava dağlardaki kadar serin değildi artık. Trieste üzeriden Hırvatistan'a geçecektik. Trieste'ye girdiğimizde baya bi şaşırdık. Çünkü biz buraya gece 3 te gelip direk otele gitmiştik. Otelde çok merkezi bir yerde değildi. Sabahta erkenden çıkıp direk çevre yolundan dağlara gaz açtığımız için Trieste'yi görme fırsatı yakalayamamıştık. Dönüş yolunda merkeze girdik ve Trieste'yi çok beğendik. 
Trieste'den Hırvatistan'a doğru gaz açtık. Bu yoldan Hırvatistan'a giderseniz Slovenya'dan geçmek zorundasınız. Çok uzun olmasa da kısa süreli Slovenya topraklarında da motor kulladık. Bu arada sınır kapılarında İtalya'da kaldığımız süre boyunca trafik cezası yemediğimize de baya sevindik. Gerçi adamların trafik düzenleri avlamaya yönelik değil. Herkes birbirine saygılı. Yolda radarlar bizimkiler gibi araba değil. Otoyol üstüne tabela gibi yerleştirilmiş radarlar var ve bu radarların karşınıza çıkacağı birkaç km önceden size uyarı tabelasıyla belirtiliyor. İşin kısacası çakallık yok.
Slovenya'dan Hırvatistan'a giriş yaptık ve Rijeka İcici'de ayırttığımız otele yerleştik. Biraz dinlenip duş aldıktan sonra şehrin merkezine yemek yemeye ve gezmeye gittik. Rijeka güzel bir şehir. Özellikle akşamları daha güzel oluyor. Bir kahve içip otele geri döndük.
Yanımızdaki bilgisayar çektiğimiz bir sürü video kaydını kaybetti ve kendini kitledi. Şansımıza otel sahibinin oğlu bilgisayar mühendisi çıktı ve bize baya yardımcı oldu.



Arabba'daki otelin penceresinden.




















Son passlar :(























Yolda kahvaltı yapmak için duruyoruz.



















Slovenya sınırı. Biraz daha sürüp Hırvat sınırına girdik.



















Hırvatistan AB bizden vize istiyor bu yüzden sınırlarda kapılar var. Evrak kontrolleri kısa sürüyor. Bu kısa beklemeleri motorda dinlenerek geçiriyoruz.














Ve Hırvatistan...
Dalmaçya sahillerini boydan boya  geçeceğiz,heyecanlıyız.
















Rijeka gecesinden bir kare.























31.08.2013(Rijeka-Trogir)
Sabah erkenden uyanıp Dalmaçya kıyılarındaki yolumuza çıktık. Fakat bu dalmaçya kıyılarındaki yol bize harika anlatılmıştı! Asfalt harikaydı hani! İlk 20-30 kilometre berbat bir asfalt ki ara ara şose yola döndü, böyle ilerledik. Sonra işin rengi değişmeye başladı. Güzel asflat arkası gözüken güzel virajlar... Manzara zaten harika. Sol taraf ucurum ve uçurum bitimi deniz... Asfalt ve virajar böyle olunca hızlı viraj yapabiliyorsunuz. Fakat bu yol DL650 veya GS1200lük bir yol değil. Altınızda Bir racing yada güzel bir naked olmalı. Gerçi son zamanlarda çıkan maxi endurolar bu hızlı makinaları aratmayacak cinsten.
Güzel ve eğlenceli virajlar Trogir'e yaklaşırken baya azaldı. Son 100 km'de sıkıldım ve yorumdum. Üzerine birde sıcak eklenince son 100 km "ne zaman bitecek bu yol" kıvamında geçti.
Trogir'deki otelimize geldik. Otel deyince bizim kafamızda çalışanları olan daha ticarethane kıvamında bir yer canlanıyor. Fakat gittiğim bütün ülkelerde adamlar evlerinin bir bölümünü bu işe ayırıyorlar. Hem kendileri kalıyor hem evi başkalarına kullandırıyorlar.
Otelin sahibi olan bayan bizi çok güler yüzle karşıladı. İnternetten yaptığımız rezervasyonda Türk olduğumuzu duyunca baya bi ilgi gösterdi bize. Kendisi bizim dizilerin hayranı. Benden çok çok daha bilgili bizim diziler konusunda. Gerçi İtalya hariç bütün ülkelerde bu hayranlığı gördük. Özellikle muhteşem yüzyılın hayranlığını.
Otele yerleşip duşumuzu alıp attık kendimizi yine sokaklara. Trogir eski bir yerleşim yeri. Buradaki eski şehir kesinlikle uzun uzun gezilmesi gereken bir yer. Yemek yedikten sonra başladık şehri dolaşmaya. Oldukça turistik bir yer ve fiyatlarda ona göre tabi. Akşam eve çok geç olmayan bir saatte döndük. Ertesi gün oldukça uzun bir yolumuz vardı ve dinlenmeliydik. Mostarı görerek Karadağ'daki Budva'ya geçecektik.




Rijeka'dan sabah erken saatte motorları yükleyip ayrıldık.

















Yolda yemek için mola veriyoruz. Gıymalı makarna yedik.



















Dalmaçya kıyıları irili ufalı bir çok adaya sahip.















Akşam Trogir eski şehirde turluyoruz. marina şehrin hemen yanında. Mutlaka görülmesi gereken bir yer.





















Eski şehrin sokakları dar. Gezerken insanda merak uyandırıyor bu dar sokaklar.



















Bazende sokaklar genişliyor. Tabi bu geniş sokak :) Yerdeki taşlar çok güzel.


















01.09.2013(Trogir-Budva)
Sabah uyanıp kahvaltı yapıp Budva'ya doğru gaz açtık. Yolumuzun 75km uzağında Mostar kalıyordu. Planda yokken Mostar'a gitmeye karar verdik ve dayandık Bosna sınır kapısına. Pasaport kontrolünde adam benden yeşil sigortamı(her geçişte soruldu) istedi. Yeşil sigorta ruhsatımın içinde nazar duası bulunan küçük bir bölmedeydi. Görevli ciltlenmiş ve katlanmış minicik beyaz kağıdı yani katlanmış duayı görünce bana bir baktı ve biraz heyecan yaptı. Büyük ihtimal "ooohh misss" şeklinde kiyif verici bir madde zannetti :) Allah'tan yanımızda aramızdaki iletişimi kuracak bir yolcu vardı da ingilizceden bir haber olan kapı görevlisiyle sorun yaşamadım.
Mostar'a vardık. Yok canım burası Bosna değil bildiğin Türkiye. Her yerde bizden bir iz. Sokaklarda Tükçe konuşan bir çok turist vardı.
Binalarda halen daha mermi izleri vardı. Savaşın izlerini daha silememiş Mostar üzerinden.
Biz eski şehre yakın bir yere motorlarımızı bırakmak istedik. Baktık yer eski şehre(mostar köprüsünün olduğu yer) yakın yer yok motorları otoparka götürdük. Orada bizi (gram çekinmeden söylüyorum) puştun biri karşıladı. Motorları benim köprünün yanında ki bara bırakalım burada duran yok "allah korusun bişey olmasın" dedi. Baktık hakikaten orada o işlere bu puşt bakıyor götürdük koyduk motorları bara(neme lazım daha eve çok yolumuz var). Yanlış hatırlamıyorsam da 10€para verdik motor başı.
Sonra eski şehirde biraz dolaştık. Para karşılığı köprüden atlayan gençleri gördük. Orada ki insanların yaşadıkları geldi şehri gezerken aklıma sürekli. Biraz "bizim eski topraklar" birazda orada ki insanların yaşadıkları aklıma geldikçe içlenmedim değil. Tamda bu sırada çok tatlı küçük bir kız çocuğu gelip elimi öpmeye başlayıp para isteyince...
Burada harika köfte yapıyorlar. Tadı bizim inegöl köftesine çok benziyor. Mutlaka yenmeli burada gidince.
Bu arada Türk konsolosluğu eski şehrin tam göbeğinde. En güzel bina bizimki desem yalan olmaz. O tarihi dokunun içinde kocaman bir Tük bayrağı sallanması çok hoşuma gitti.
Yemeğimizi de yiyip tekrar yola çıktık. Depoları doldurup Dubrovnik'e gaz açtık. Dubrovnik bu gezide gezdiğimiz eski şehirlerin en iyisiydi. Fakat böyle yerlere en az bir gün ayrılmalı. Aslında motor kullanmak amacımız olmasa bizim gezdiğimiz rota en az 2 ay istiyor.
Dubrovnik'ten yola çıkıp Karadağ'a giriş yaptık. Sınırdan biraz sonra Kotor diye bir yerleşim yeri var ve burada bir iç deniz bulunuyor. Harika bir yer. Amacımız bu iç denizi dolaşarak Budva'ya gitmekti fakat hava kararmaya başlamıştı ve bizde oldukça yorulmuştuk. Feribota atlayıp karşı kıyıya geçtik ve Budva yakınlarında ki otelimize yerleştik.
Burada Sırp bir otel işletmecisi bizi karşıladı. Motorlara ilgisi varmış adamın. Bizim motorları incelerken Çelik'in motorunda ki OTTOMAN yazısını gördü. Kanına dokundu heralde. Bu yazıyı gördükten sonra tavırları değişti adamın.
Budva bu kadar yoldan sonra bizim hem tatil hem dinlenme yerimiz olacaktı. İnternetten edindiğim ve oraya gidenlerden duyduklarım; gençler için eğlenceli bir şehir güzel zaman geçirirsiniz, şeklindeydi. Fakat akşam yemek için dışarıya çıkmamız bizim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Sezon mu bitti, geldiğimizden önceki gün oraya meteor mu düştü anlamadım sokaklar bomboştu. Yemek yiyip atladık motora ve otele geri döndük. Burada kalma planlarımızı iptal edip ertesi sabah Arnavutluk'u durmadan geçip Makedonya Ohrid'e gitmeye karar verdik.
Not:Bu gün 5 tane sınır kapısından geçtik.




Sabah afyon patlamadan yola çıktık.















Mostar köprüsü. Mutluyuz huzurluyuz geziyoruz.















Ben oradaydım fotoğraflarından bir tane daha.
















İşte bu köfte çok lezzetli.





















Bosna çıkışında bir anı fotoğrafı daha.




















Dubrovnik girişi



















Dubrovnik eski şehirde bir Kilise girişinden kare. 


















Dubrovnik'ten çıktık Karadağ'a gazlıyoruz.
















Ve Karadağ.

















Kotor'da feribottayız. Feribotta bozuk para çıkarırken parayı depo üstü çantadan biraz zor çıkardım. Bileti kesen görevli elini depo üstüne atınca aramızda dediklerimiz anlaşılmasa da tatlı bir sohbet yaşandı. Feribota 1-2 km uzaktada fotoğrafımızı çek diye bir gence Çelik'in telefonunu verdik. Kadraja alamıyorum biraz uzaklaşın, evet biraz daha deyip geri geri yürümeye başladı. Niyeti salih bir arkadaştı hemen anladık. Sen kime çakallık yapıyorsun :) İstanbul'da seni burslu okuturlar valla.












02.09.2013(Budva-Ohrid)
Sabah otelimizden erken saatte ayrılıp Budva merkezinde güzel bir kahvaltı yaptık. Ardından Ohrid'e doğru gaz açtık. Aslında yol planımıza göre Budva'dan Ohrid'e farklı bir yoldan gidecektik(Budva'dan Üsküp ardından Ohrid). Eskişehir'de bu rotayı Serdar abi tavsiye etmişti. Fakat yorgunluğun git gide artışı ve Budva hayal kırıklığından sonra en kısayolu tercih ettik.
Budva'dan Arnavutluk'a doğru gaz açtık fakat yollar bizim köy yollarımızdan farksız. "Lan biz başka ülkeye geçiyoruz yol en azından biraz geniş olsun" "Bu kadar dağlık yerde sınır kapısı olur mu?" Yanlış yoldamıyız acaba?" endişeleriyle Arnavutluk sınır kapısını bulduk.(doğru yolda olduğumuza kanaat getirdiğimiz en önemli etken daracık yolda karşı şeritten gelen 2tır oldu)
Arnavutluk'a girince biraz yorgunluk ve sıkılma belirtileri başladı. Hani bu ülke neden bu kadar kötü sorusu da aklımıza gelmedi değil. Öncelikle yolları iyi değil. Otobanda giderken yol birden şoseye dönüyor. Başkent Tiran'da trafik çok sıkışıktı. Sıcak havada bizi çok yordu. Tiran'dan çıktıktan sonra yolun şose olduğu bir yerde yol sormak içi bir arabaya el ettim. Ben İngilizce konuştum ama cevap Türkçe geldi. Şansa bak, İstanbul plakalı bir abimiz yol bulma konusunda yardımcı oldu bize. Yolu öğrendik mutluyum trafik açıldı derkeeen. Kaskımın içine bir arı girdi. Hadi girdin bari çarpmanın etkisiyle öl. Hadi ölmedin neden gözümün üzerinde gezmeye başladın. Hani Vstrom'un frenleri az tutuyor diyenler varya işte onlara bunun yalan olduğuna dair ibretlik bir duruş yaptım. Durdum ve hemen kaskımı çıkardım Allah'tan sokmadı. Gözümden sokacak diye baya korktum. Evime korsan gibi dönmek istemezdim.
Neyse herşey çok güzel arı sokmadı trafikte artık terlemiyoruz. Yolda şose olmuyor bayadan beri derken... Sol ayağımda tarifi kolay olmayan bir yanma. Ama öyle böyle bir yanma değil. Yine sağlam bir fren(yeni lastikler ve yeni brembo balatalar canımsınız) ve süratim 30lara düşünce botumu elimle çıkartıp attım. Neden attım bunu bende bilmiyorum ama attım. Ayağımdan bir şey sokmuştu, hemde tam vitesi değiştirdiğim yerden. Biraz soktuğu yerden kan çıkartıp atladık tekrar motorlara. Etrafta hastane vb şey yok. Makedon'ya sınır kapısına da az kalmış. Ohrid'e hastaneye giderim diye yola devam ettik.
Arnavutluk'tan Makedonya sınır kapısına giderken(hafif dağlık bir bölge)ne bir Makedonya tabelası yada Makedonya'ya ait bir şehir ismi yazan tabela var. Ufak bir "customs(gümrük)" tabelası, hepsi bu. Tabi yorgunluk,ee böcekte soktu... Yolumuzu kaybettik ve yaklaşık 40km boşuna yol yaptık. Hayır bulunduğumuz coğrafya veya yol güzel olsa gam yemeyeceğim.
Neyse sonunda Makedonya sınırı! Gerekli evrakları görevliye verdik "Hoşgeldin aabiiiğğğ" "Hoş bulduk ablam" diyaloğundan sonra Makedonya topraklarına girdik. Girişimizle birlikte yağmur başladı. Biraz ilerledik yağmurda baktık olacak gibi değil sağanağa çevirdi, yağmurlukları giydik.
Arnavutluk'tan sonra bu ülke şeker gibi geldi. Ohrid'e girdik ve gölün hemen kıyısıdaki otelimize yerleştik. Ben ayağım için hemen Türkiye'den bir doktoru aradım. Doktorun "ne kadar oldu böcek sokalı" sorusuna "2 saat civarı" yanıtını verince " haa korkma o zaman çok zehirliyse çoktan ölürdün" cevabını alınca rahatladım. Lan adventure abiler gibi Afrika'ya gitmedik ki, İtalya pizza... Hırvatistan tatil... Ne ölümü ne kalı mı?
Otelimiz çok güzeldi. 2 odalı televizyonlu, hemde Atv karıncalı çekiyordu. Üzerimizi değiştirdik, duş alıp attık kendimizi sokağa. Ohrid sesiz sakin sokaklarında bir çok Türk turist olan(Mekedonya bizden vize istemiyor) huzurlu bir şehir. Fiyatları gezdiğimiz çoğu ülkeye göre oldukça uygundu. Güzel bir lokanta da canlı müzik eşliğinde bilmem ne soslu bilmem kimin içinde marine edilmiş etimizi yedik, bir şeyler içip otelimize döndük. Rezervasyonumuzu iki gün daha uzatıp Ohrid'de toplamda 3 gün kalmaya karar verdik.



Budva'daki otelden
















Sahil boyunca bu şehirlerden birkaç tane daha gördük. Zaman olsaydı hepsine uğramak isterdim.
















Arnavutluk'a giriyoruz. Mutluyuz.















Böceeek. Bulsam kafasını ezecektim ama bulamadım deyyusu.




















Hoş geldin abiğğğğ karşılaması.




















Ohrid'deki otelimizden.



















 Balkan müziğini seviyorum bea :)




(03-04).09.2013(Ohrid)
Bu kadar yoldan sonra biz bu şehri çok sevdik. Tam dinlenmelik. 
Sabaha uyanıp güzel bir kahvaltı yaptık ardından şehri gezmeye başladık. Bir çok gezginin bu şehir hakkında yazdığı çizdiği bloglar var ben onlar kadar iyi bilmiyorum burayı. Bu yüzden şehri gezdik demekle yetineyim. Gezerken benim sol ayağım iyiden iyiye şişti. Daha akşam olmadan birkaç hediye alıp otele döndük ve uyuduk. Akşam 10'a kadar uyuyup tekrardan dışarıya çıktık. Bu uyku o kadar yolun üzerine iyi gelmişti. Her gün başka bir şehirde yatmak yorucu oluyor. Bu yolculuğa çıkmadan önce kondisyon konusunda endişelerim vardı. Her gün ortalama 450km yol yaptık. Fakat bu güne kadar bizi yoldan soğutacak hiç bir yorgunluk yaşamadık çok şükür. Ohrid dinlenmek için ve biraz farklı insanlarla olmak için iyi geldi bize.
Ben gittiğim ülkelerde çok etkileyici olmadıkları sürece müze tarihi eser vs gezmeyi çok sevmem. Oranın yemekleri, eğlendikleri yerler, kahve içtikleri yerler... bunlar ilgimi çekiyor. Bu arada yemek derken Makedonya'da karnızmız baya doydu. Yemekleri bizimkilere benzer lezzette. Hayatımda yediğim en iyi pizzayı burada yedim. İtalya'daki gibi ince var fakat üzerindeki malzemeler çok çeşitli ve bizim damak zevkimize uygundu. Etleri de gayet başarılıydı. Bu şehirde yeme içmeye baya para harcadık ve kuruşu kuruşuna değdi :)




Et olsun...(ıhım ıhım)




















Pizzanın üzerinde yoğurt mu olur? Evet hemde çok güzel olur:)





















Yaz panpa 2 ekmek 1 pakat marlboro




















Bu caddede bir çok Türk esnaf vardı.




















05.09.2013(Ohrid-Selanik)
Ohrid'den sabah erkenden uyandık. Yola çıkarken motorlardın üzeride "biz yarın arnavutluğa gececeğiz isterseniz beraber gidelim" ve bir telefon numarası olan bir not bulduk. Tanışabilsek güzel olurdu.
Makedonya'dan benzini alıp yola çıktık. Selanik'e doğru gaz açtık. Yunanistan'a girince yol otobana döndü ve hızımızı arttırdık. Selanik'te merkeze oldukça yakın bir otelde yer ayırtmıştık. Otele yaklaşırken benim motorum teklemeye başladı ve kenara çekip stop ettim. Çelik yanımda durdu ve aynı şeyi  otobanda yaşadığını söyledi. Mekedonya'dan aldığımız benzinde bir şey vardı büyük ihtimal.
Otelimizi bulduk, bir duş alıp yemek yemek için dışarı çıktık. Yemek yiyip otele döndük ve tekrar uyuduk :) Akşam yemeğini yemek için dışarıya çıktık. Aslında Eskişehir gibi bir yerde öğrencilik yapmama rağmen Yunanistan beni baya şaşırttı. Çocuk denecek yaşta olanlar gece hayatında fink atıyorlar. Gece hayatına oldukça düşkün Yunanlar.
Güzel bir kafede bir kahve içip gece otele döndük. Ertesi gün için Alexandroupolis'te yer ayırtıp yattık.




Şehir merkezi çok güzel.





















Gece hayatı baya hareketli burada. Gençler evde oturmuyor.



















06.09.2013(Selanik-Alexandroupolis)
Sabah yine erken kalkıp yola çıktık. Türkiye sınırına 40km uzakta olan Alexandroupolis'e doğru gaz açtık. Yol otoban ve çok fazla anı yaşayacağımız bir yol değil. Farklılık olsun diye motorları değiştirdik o kadar :)
Alexandroupolis'teki otelimize vardık. Biz uygun fiyata bir yer ayırmıştık. Resepsiyon görevlisi bizi alıp bir villaya götürdü. Kişi başı 20€'ya villada kalma şansını yakaladık.
Gün içinde havuza girdik ve ardından dışarıya yemek yemek için çıktık. Sokaklar bomboştu. Yemekten sonra sebebini kahve içmeye gittiğimiz kafedeki garsona sordum. İnsanlar bu satte(öğleden sonra 4 civarıydı)uyuyorlar dedi. Akşamada motorları yıkadık ve Çelik'in bozulan sis farını onarmaya çalıştık ama far kapalı olduğu için bişey yapamazdık. Yani far çöpe gitti.
Motorlarla biraz uğraştıktan sonra Çelik otelde kalmayı tercih etti ve ben yine dışarı çıktım. Motorumla biraz gezindim, gündüz boş olan caddelerde insanlar vardı. Barlar ve publar gençlerle doluydu. Biraz dolaştıktan ve yiyecek birkaç tatlı aldıktan sonra otele geri döndüm.Tatlılarımızı yiyip yatıp uyuduk.


Kocaman balkonumuz bile vardı.
















Bu klasik pozu almadan yurda dönmek olmazdı.















06.09.2013(Türkiye'ye giriş)
Sabah büyük bir heyecanla uyanıp yola hazırlandık. O kadar yoldan sonra Türkiye'ye dönmek baya çekici geliyordu. Benzinleri alıp İpsala'da kahvaltı yapmak için gaz açtık.
Sınır kapısından geçip yurda giriş yaptık ve  İpsala'ya geldik. Çelik'in kısa far ampulü patlamıştı ve onu yaptırmak için İpsala'da bir tamircide durduk ve hayatım boyunca unutamayacağım bir diyaloğa şahit oldum. Ben bu şiveye bitiyorum arkadaş. İlk başta gittiğimiz tamirci, farı yerinden çıkardı fakat yenisini yerine takamadı. Yan dükkanda ki komşusunu çağırdı. Komşusu iş üzerideyken ustaya akıl verip iki de bir lafa giren abimiz iş başındaki ustamızdan bir küfür yedi! İçimden abi bir daha söv diyesim geldi. Fakat daha orijinalini yerim diye çene mi tuttum.
Farı yaptırdıktan sonra kahvaltıyı yaptık ve İpsala'dan Çelik'le vedalaşarak ayrıldık. Ben İstanbul'a(Esk'ye 3 gün sonra geçtim) arkadaşımın yanına o da Eskişehir'e doğru gaz açtı.
Yan çantalarla birlikte girdiğim tem trafiği efsaneydi. Sırılsıklam bir şekilde motorumu garaja bırakıp arkadaşıma geçtim. Üç gün sonrada sabah yine erkenden kalkıp Eskişehir'e döndüm.
Annemin beni gördüğünde ki ilk tepkisi unutulacak gibi değildi. Gitmemi hiç istemediği bir geziden dönüyordum çünkü.


Hani insanın hayatında "lan ben bunu yaptım" deyip gururlanacağı işler veya anılar vardır ya, işte onların bir tanesini daha ekledim listeme.

Öncelikle henüz öğrenciyken bu gezimi maddi manevi destekleyen babam Murad Tunalı'ya, rotayı planlamamızda ve bize ufak ama işe çok yaran tüyolar veren Eskişehir'den Serdar ve Özgür abilerime teşekkür ediyorum.


Bu gezi içinde çektiğimiz videolardan toplanan kısa bir film;





Türkiye'ye döndükten sonrada bana ayrı şehirlerden ulaşan insanlar oldu. Benim gibi bu geziye başlamadan önce merak edilen noktalar yada bu gezi boyunca lazım olacak belgeler vb konularda bilgi isteyenler oldu. Kısaca yazayım;
Evraklar;
Pasaport: İtalya konsolosluğundan çok girişli schengen vizesi için baş vurduk. Başvuruyu bir aracı şirkete yaptırdık 100tl karşılığında. (Daha detaylı bilgi isteyenler bana ulaşabilir,araçla çıkınca işler biraz değişebiliyor)
Yeşil sigorta: Herhangi bir sigorta şirketinden yaptırabilirsiniz. Kalacağınız gün sayısına göre ücretleri değişiyor.
Uluslararası ehliyet: Touring kurumundan içiniz acıya acıya alabilirsiniz. Hiç bir halta yaramayan ve sadece Yunanistan İpsala kapısında istenen bir ehliyet.
Bu evrakların güncel fiyatlarını internet üzerinden bulabilirsiniz.

Feribot:Minoan lines ile Yunanistan İgoumenitsa'dan İtalya Trieste'ye geçtik. Fiyat bilgilerini bu firmanın sitesinde bulabilirsiniz. Yol 25 saat sürüyor. Gemide hiç bir sorun yaşamadık.
Otoyollar: Yunanistan'da sık sık paralı yola giriyorsunuz. İtalya'da Trieste'den Udine'ye giderken 1 kez girdik ve ücret 6€ civarıydı.Bütün otoyol paraları kişi başı 40€ civarındadır.
Konaklama: Konaklama ücretleri ortama kişi başı 20€ civarında oldu. Lüks yerler değildi çoğu ama beklentimizi karşıladı.
Benzin fiyatları: Benzin fiyatları Türkiye'den çok farklı değil. Bosna,Makedonya ve Arnavutlukta benzinin litresi 3,5tl. Diğer ülkelerde ise bizim fiyatlardan 40kuruş civarı düşüktü. Yunanistan'da bizimle aynı fiyatları kullanıyor diyebilirim.
Yol boyunca herhangi bir rüşvet olayı ile karşılaşmadık. Hiç bir gümrükte bekleme veya başka bir sıkıntı ile de karşılaşmadık. Yol boyunca herhangi ciddi bir güvenlik sorunu ile karşılaşmadık.